2010/08/29

ağızın parmaklığında cümleler

içimde derin,usul usul ilerleyen sızı...
kaderi sorguladığım anlar...
hayattan alınan uzun güzel keyfler...
canın sürüklendiği anlar...
binlerce soru geçiyor beynimde.
cevaplarını kendiminde veremediği
yardım diye ise gidilecek kapı olmadığı.
uzun uzun anlar...
susuyorum kendime acırcasına...
ağzımın içi cümle dolu ...
onları dışa savurmak oldukça zor.
yeni cümlelerin gelişi dişlerimi dahada zorluyor
gıcır gıcır sesler geliyor...
boğazıma,cümlelerin yırttığı etimden sızan
yoğun bir kan kokusu yayılıyor...
çok uzun zamandır aldığımdan bu tadı
alışıyorum sanıyorum.
ara ara midemin bulantısına engel olamayıp,
kusuyorum...
ağzıma gelen acı suyu yutsamda
engel olmak imkansız oluyor bazen
yinede kontrolü alabildiğim an
yutmaya başlıyorum daha yolda olan tüm cümleleri
anlaşılmak ya da anlatmak değil sıkıntım...
zaten farkında olmasanızda çok geç
cümleler kurulup çoktan imha edildi.
anlam veremeyişinizde bundan
basımdan kalkmış bir kitabı arıyorsunuz feryat figan.
bulamayacaksınız...
zaten içindekiler ilginizi çekmeyecektir
basit bir insanım inandıramasamda
ağlamak yerine gülmektir tercihim
kimse bilemez neye güldüğümü
belki güldüğüm şeyi duysanız
... gülmeyecektiniz
ağlamaksa kaçınılmaz olacaktı.
durdum izledim hepinizi
kendime geldiğimde ağız dolusu sustum
...bildikleriniz inanın bana
bilmedikleriniz..
çok basit sorulardı
bundan çokta çabalamaya gerek yoktu
soruya baktığımızda görüyorduk sonucu
sadece heyecan arayıp
kare sayfalarda rakamları konuşturmak
kendimizi tatminimizden başka bişey değildi.
edip etmediğimiz ayrıda
görünen tek şey;
ayaklarımın dibinde biten otlar
küf tutan demir parçaları
sararmış kağıda baktığımda
ilk sayfadan öte gidemeyiş...

2010/08/26

gökkuşağı ölüleri

gökyüzü,
senin vururken gözlerine...
benim yanaklarımdan süzülür yağmuru...
şimşekleri içimde birbir yankılanırken,
kulaklarımı kapatırım...
yinede duymak isterim sesini.
kenardan sızsın,
içimde gökkuşağını çıkarsın
renklerinde kendimi bulayım...
maviye doyup huzurla boğulayım derken
yıldırımlar düşer gökkuşağıma...
renklerini alıp götürür.
ayaklarım öyle ağırlaşırki
kıpırdamak ne mümkün.
çakılırım olduğum yere...
yeniden güneşe kavuşmak için,
tek bi hareketim olmaz
bilirim artık aydınlatmaz içimi
bambaşka yerlerde bambaşka günlere merhaba deriz
vardır benim her cümlemin içinde senden bi parça
boğazımda yumruk olur bazen
zor tutarım kendimi
yinede tutarım,bilirim faydasız cümleler
yağmuru yağdırmaksa bi o kadar gereksiz gelir...
çıkan gökkkuşağı benim değildir artık.
mavisi geçmiştir benden ...
belkide hiç benim mavim değilmiştir
umutların yanılsamasına uğramıştır...

...insan umut ettikçe yaşar
ölsede dirilmeye meyillidir umutlar
bazen yerinden boşa kaldırılan ölüler
anlık gerçek gibi gelsede
nihayetinde ölüdür.
umut güzel şey olsada
elle tutulur umutlar güzelliği getirenleridir...

2010/08/22

git lan kış kış tütütü büyü boz

kesinlikle uğursuz bi insanım ya da bi yerlerde bi sorun var çünkü devamlı hata veriyor. ulen bütün şeyler mi bi insanın elinde kalır... kapıyı tutar kapı kolu kalır sifonu çeker sifon kalır. gittiğim evde açlık olur paralar buharlaşır adım attığım dükkanın ilk ve son müşterisi olurum evlenemeyecek insana dokunurum evlenir,evlenecek olan evlenmekten vazgeçer... vs vs... bu ne hayat bu ne yanlıış yön durumu... kaç uzaklaş benden beni bedevi yapıyorsun hep o şimşek dibimde patlıyor.. uğursuzluk sana burdan sağlı sollu hareketler çekiyorumm. bırak len peşimi.

2010/08/20

bir bozcaada hayali


arkadaşım balayında bozcaadaya gitti.döndüğünde gösterdiği resimlerden sonra oraya deli gibi gitmek istiyorum.daha önce hiç araştırmamıştım ama netten biraz baktım ve bi şekilde oraya gitmeliyim.zaten bi şehirde deniz varsa orası kötü olamaz hep derim. üstüne mavi ve beyazı öyle güzel kullanmışlarki ben orda olmalıyım mı defalarca söyledim söylüyorumda.
masmavi sandalyeleri olan cafeler,lokantalar... beyaz beyaz evler. elinde çiçek getiren sevgiliye karşıyımdır ama bir evin camında çatısında mucizeler yaratan çiçekler içimi ısıtıyor ne yalan söyliyim... bir evde insan yaşamıyorsa orası duvar yığınından başka şey değildir bence.. bu adada insanlar kapıları açık uyuyabiliyorlarmış... bahçelerinde çiçekleri,kiminin kedisi kiminin köpeği... cıvıl cıvıl insanların ayak izlerini barındırıyor..
deniz feneri,rüzgar güllerii.. küçüğü büyüğü yenisi eskisi delirdiğimi bilenleriniz var zaten... bozcaadadaki deniz feneri yanına parkedilmiş kırmızı vosvos minibüsse sanki hayalim gerçekleşip oraya gitmişimde o anımı ölümsüzleştirmişim hissinide yaratmadı değil.
uzunca kurulmuş bir masa,kulağımdan silinmesin istediğim mızıka sesi ve biraz alkolünde verdiği etkiyle bazen dediğim gibi o anda diyeceğim en bilindik cümle. şuracıkta ölebilirim!
böyle bir şehire bir kerede olsun gitmek fikri bile beni şimdiden heyecanlandırıyor..
evet ben buraya gitmeliyim... birileri gelsin yanımda,bi plan olsun proje olsun hadi gidiyoruz densin ya da benim kafama essin çantamı toplayıp kendimi oracıkta bulayım.. nası gittiğimle değilde oraya ilk adım atacağım anı sabırsızlıkla bekliyorum...

2010/08/16

gizde saklı büyü

kara bulutlar sarmış bedenleri.
havuza atlar gibi geriye çekilip
birden hızla koşuyoruz...
ayaklarımız yerden kesilirken,
uçmak fikrine yaklaşmak
anlıkta olsa yaşanası.
birden dünyaya gelip,
kara bulutu delip geçiyor beden...
yükseğin etkisinden olsa gerek.
o yumuşak su bir betondan farksız!
kendime gelip başımı kaldırıyorum...
ne çok beden var
kimi suyun üstünde
kimi çıkmaktan utanırcasına
mosmor kesilmiş yüzle
bakıyor suyun altından...
şeffaflığından olsa gerek.
aralanmış tüm kapılar...
kelimeler kaygan bedenden akmaya başlıyor...
hemde kontrolsüzce
kısa süreli bir panikten olmalı
kimse kendi üstündeki kiri görecek halde değil
sudan çıkanların adımlarının izleri
rahatsız etmekte insanları.
oysa sudan çıkabilseler
adımlarının ardında bıraktıkları
çokta farklı olmayacak...
temizliğinizlede
kirlerinizlede övünmeseniz
aslında ne kolay olacak yaşamak.

...
güzelliği ne temizlik ne lekeler saklayabilir
büyülenmeyi derinden gelen ışıklar kolaylaştırıken
odama düşen deniz feneri aydınlatır yolumu.
ne kiriniz ne temizliğiniz gözükmez gözüme
yüzünüze vurup kaçan bu loş ışıktan başka bişey
inandıramaz güzelliğin büyüsüne ...




2010/08/09

iç ses tantanaları

uzun zamandır aklıma gelen düşünceler yumağı.. aslında bunu ecoda yazmak istiyordum oturup köşemde.. biramı yudumlarken dökülecektim.. ama o kadar doluyumki sanırım yerin artık çokta bi önemi olmayacak...
hayat diye bağırıyoruz... ne emekler veriyoruz onca şey için.. kimi anlık kimi belki daha uzun süre,yinede çoğu geçip gidecek.. koca bir toz bulutu gözükürken bize düşen tek şey hayıflanmak olacak sanırım...
onca yılı birlikte geçirdiğim insanlara bakıyorum... ne yıllar ne anılar biriktirmiştik kesemizde..
kimselere anlatılmayan sırlar akıvermiş güvenle dil nehrinden.. sanılır ömrün sonuna kadar devam eder,yaşlanırız yine yanımızda aynı insanlar olur.. ne hayaller akla gelir.
şimdi ise ne az çakıl taşı kalmış elimizde..
üzülüyorum bu duruma zaman zaman söylendiğimde olur zaten...
şimdi kimiyle kafamızı çeviriyoruz,kimiyle sadece gördüğümüzden kaynaklı mecburi kelime kalabalığı... böyle mi olmalıydı acaba? aslında birlikte yaşanacak ne çok mutluluk, omuza yaslanıp sadece susup anlatılacak ne çok şey vardı.
insanlar gider kendi hayatlarını yaşar,kimse kimseye bağlı değildir derler aslında... neticede öyledirde. yinede şu hali görmek hiç hoşuma gitmemekte.
belkide birbirimize en ihtiyacımız olan anlarda koşarak kaçıyoruz...
ne çok insan barındırıyor içinde bu cümleler.. bazılarını tanırsınız bazılarını aklınıza getiremezsiniz... giz içinde giz...
elimde kalan çakıl taşları sizi sıkı sıkı tutmaya çalışıyorum.gerçi bazıları parmaklarımı kanatıp attılar kendilerini.. bikere kan bulaşmıştı zaten ne olsa dönülmezdi geriye... ama siz yerinde şimdilik duranlar... durun gitmeyin bi yere..
bi hikayem olur mu bilmiyorum.torunlarım olsun isterken yeni hikayeler kurmak zor geliyor.. nokta konduğundandır belkide. yine de sizinle yaşlanmak istiyorum.. suratımdaki kırışıklıklarda izleriniz olsun.. gün gelip sallanan sandalyemde hayıflandıklarımdan olmayın istiyorum ...

2010/08/06

devren satılık hayaller


yeni sahiplerine
hayallerimi devredip.
yolları usulca gösteriyorum..
bir bir yerlerini hatırlamaya çalışıp
koskoca bir nefesle üflüyorum
kuytuda kalmışlardı
üstlerinden koca bir toz bulutu
saçılıyor odama
göz gözü göremez halde
haritamı uzatırken,
pusulamı sehpaya bırakıyorum...
sessizlik çöküyor ara ara
silüetler geçiyor
çok fazla tanıdık koku.
burnumu kapatıp
uzaklaşıyorum...
sadece hayallerimi geri istememek için.
bir yerlerde içinde benim olmadığım
yinede benim hayallerim gerçekleşirken
mutluyum...
ya da öyleyim sanıyorum
yinede tutmaya çalışmayışım
belki bu sebeptendir diyorum
hayallerimde çok fazla sadık kalmadı,
başka yerlerde hızla can buldu
...
bense masama konan sineğe sövüp,
hayali kanımı emmekse
direk koluma konmasını söylerken.
bacağımdaki küçük sızı
başka bir iğne ucuna
ev sahipliğine çoktan başlamıştı.
an,tebessüme meyille
çokta farklı olmadığımızı
tüm gücüyle bağırıyordu
hayallerini gerçekleştiremiyorsan
bırak birileri yapsın
sen sadece yolu göster.

2010/08/04

göz dile geldi

koşarken bir ok
tam sırtımdan vurdu.
alıp götürürken tüm gücümü...
o an aklımda,
neydik nerelerden geçtik.
beni yavaşlatan ok,
senin yayından çıkarken
son kez baktım gözlerine...
çok şey yerinde değil.
olanlarsa çoktan anlamdan çıkmakta.
ne sen yanımda
ne ben yamacında
birimiz yavaşladı
birimiz hızla koşmaya başladı...
ne tutacak ne ölecek hal kaldı
öylece durdum
durdum
ve...
sanırım ayak diplerimde
bir avuç ot can bulmakta.
bişeyler küflenirken,
bilindik birkaç anı
içilen yudumda
arada ziyarete gelsede
aydınlanırken hava
usulca gitmeyi öğrendi
anlamak güç olsada
katkıda bulunmamıza izin verirken
sen değil olacaklar kendini seçmekte.